22 Temmuz 2015 Çarşamba

Beni takip edin; yolu biliyorum


'Değişmeyen tek şey, değişimin kendisidir.'

-  Heraklietos -


Four Seasons Otel, 9 Ekim 2014... Fenerbahçe Ülker - San Antonio Spurs maçına bir gün var. Heyecanımın tarifi yok; kendi kendime gelin güvey oluyor gibi hissediyor olmam bile umrumda değil. NBA ve Spurs her iki ABD seyahatimde de bana evladı gibi bakmış, 'elin Amerika'sını bana evim gibi hissettirmiş... 18 saat ayakta kalıp 4 yıllık havacılık kariyerim yüzünden 'talimliyim' sandığım jet lag meretine tutularak basın toplantısında uyuyakalmama da, Gregg Popovich'ten yediğim 'Next Question' ayarına da bizimkiler kadar takılmamışlar. Takılmak şöyle dursun; dönüş öncesi hava alanında telefonum çalıyor... Los Angeles'tan Barbaros Tapan: ''Oğlum Ahmet, şu an ulusal kanalda (ABC) Lisa Lesley falan var seni konuşuyorlar, adama çok ayıp ettiler minvalinde bir şeyler söylüyorlar'' bile demiş. Şaşkınım. 

Neyse, serde misafirperverlik var ya zaten; bir de boynumuza borç olmuş bunlardan sonra... Ekim ayı başladı; uyku uyuyamıyorum. 

Geldiler.

Lobide Kawhi, hemen arkasında Timmy... 'Tony kesin manitacılık peşindedir' demeye kalmadan çiçeği burnunda geliniyle el ele, istikamet Ortaköy... Yıldızlar geçidini tebessümle selamlarken Pop'la karşılaşma ihtimalinin gerginliği; sanki adam beni tanıyacak da... 

Spurs efsanesi Sean Elliott, gergeniş bir odada... Boğaz manzarası enfes. En son girmek istedim; iki ayağımın bir pabuca girmesini sevmiyorum. Bir de yalan olmasın; ''Bu adamda muhabbet sağlam'' demiştim görür görmez, yanılmamışım.

Elliot o gün, bir sonraki gün kapanacağını öğrendiğim Fanatik E-Gazete'de yayınlanmak üzere birçok güzel şey söylemişti. Güzel sohbet oldu. (Okumak isteyen için tık)

Bu yazıyı bağlayan bölümüne gelince... Ona kendi döneminin NBA'i ile şimdiki NBA arasındaki farkı sormuştum. ''Dostum, 'Aah ah, bizim zamanımızda şöyleydi böyleydi' diyen o ihtiyar adam olmak istemiyorum ama...'' gibi başlayan bir cümleyle başlamıştı cevaba.

2 ay sonra 30'umdan gün almaya başlayacağım ve yakın zamanda basketbol medyası ile ilgili ''Aah ah..'' diye başlayan cümleler kurduğumu fark ettim.

Birçoğunuz, çok uzun geldiği için bu yazıyı okumuyor olacak belki de. Artık takılmıyorum.

Twitter'da aman aman pek de bir takipçim yok. Dolu veya boş bir sürü tweet atıyorum. Son 6 ayda en çok görüntülenen tweet, NBA'de patlak veren 'Emoji Battle'ın Basketbol Süper Ligi'ne uyarlanmış haliydi. 



Sayfalarca yazı yazsam öyle bir 'Spor İletişimi' temin edemezdim.

Demem o ki; günün ve dönemin şartlarını kabul edip ona göre hareket etmek gerek. ''Aah ah... Nerede o eski...'' diye başlayan cümleler kurana dek, o eski günleri güzel yapan detayları o günlerde yakalayıp kullanabildiğin gibi, bugün de yakalamalı, yarın için ''Aah ah...'' diye anılacak günler yazmaya bakmalısın.

Dahası, sana 'ah' çektiren o şeyi değiştirmek için ne yaptığına dair sorulara cevapsız kalmamalısın.

Şikayet edip durmaktansa, elini taşın altına koymalısın.

Bu yazı bu yüzden var.

Basketbol da tıpkı hayat gibi; yaşamaya değerse yazmaya da değer. Eğer ortada kaliteli bir basketbol medyası kalmadığından şikayet edeceksek; önce bunu değiştirecek bir şeyler yapmamız gerek.

Değil mi?

Şunu da biliyorum; bu tek başıma olmayacak. O yüzden sen de gel. Bu yazıyı bu satıra kadar okuduysan zaten bendensin. 

Yalnız şunu unutma; basketbol, 'eğlence' kapsamına giren her şey gibi (sinema, tiyatro, müzik vs.) eğlenmek, eğlendirmek, keyif vermek için var.

Boğmayalım insanları teknik detaylarla, uzuuuuun analizlerle, 4 bin vuruş yazılarla. Diyorum ya; değişti bir şeyler, uyum sağlamak en iyisi.

Yepyeni bir sayfa... 'Varım' diyen yazsın, derlesin, çevirisini yapıp göndersin, ekip olalım, eğlencemize bakalım.

Beni takip edin, yolu biliyorum.

Sevgiler...

Ahmet Melik.

Hiç yorum yok: